31 Ekim 2011 Pazartesi

İRAN KEDİLERİ

Bu günlerde İran filmlerine çok takıldım. Üstüste izliyorum. Bir yönetmen bulup tüm filmlerini tüketmekle uğraşıyorum. Dün de Bahman Ghobadi'nin "No one knows about persian cats" filmini izledim. Bitirir bitirmez 4 filmini daha indirmeye başladım. Film, Fatih Akın'ın "Köprüyü Geçmek" filmine benziyor diyebilirim. İran hakkında bilmediğimiz öyle çok şey var ki, öyle süprizli, öyle zengin bir kültür ki, biraz belgesel gibi izlemeye çalışıyorum tüm İran filmlerini. Asghar Farhad' ın filmlerini de öyle görüyordum. Film Tahran' ın underground çevresini ele almış, müzikle uğraşan o güzel insanların karşısına çıkan akla sığmaz engelleri gösteriyor şaka gibi bir bir. Bir yandan Tahran' ın peynir gibi delik deşik labirent sokaklarında, gözlerinize inanamayarak dolaşıyorsunuz. Yasağı, cezayı, mollaları, aşkı, tutkuyu, insanlığı yok saymış bir rejimi tanıyorsunuz. Müziğe tapan insanlara hayranlık duyuyorsunuz. İmrenme, acıma arasında gidip geliyorsunuz. Bi izleyin derim.

26 Ekim 2011 Çarşamba

GÜLE GÜLE BABANNE

Senin bende kalan herşeyini yazacağım buraya, ilerde unutursam diye, bakıp hatırlamak için. Öyle yapacağım. Mesela, cahil derdik sana hep, bağırırdık "cahil kadın, cahil babanne" diye. İnce sesin ekşi suratınla "sen oku, oku sen noluyo ki" derdin. Sonra "Ben kızımın yanına gideceğim, İstanbul'a, orda bir kulakta otururum ben" derdin. Ben de "ben sana bakamam, sen anneme dua et" derdim. "Ben köydeki yorganlarımı satar, kendime baktırırım" derdin. 2 sene öncesine kadar yuvarlak kemik gözlüklerinle durmadan gazete okurdun. (O gözlükleri ben aldım şimdi). Sadece büyük başlıkları, yüksek sesle, tonlaması hep yanlış, belki de birşey anlamadan okurdun. Ondan önce kuran okurdun aynı ses tonuyla. Sonra "al bari gaste oku, bırak şunu ne anlıyosun ondan" dedik diye gasteye başladın aynı tonda. Türküler söylerdin bi de evde hep ama sanki hepsi aynı melodi, sözlerini de sen uyduruyormuşsun gibi geliyordu bana. Hatta dizin için ameliyat olduğunda hastanede kalmıştın bir kaç gün, odandaki diğer kadınlar anneme "bu ne biçim bi kadın, sürekli gaste okuyup, şarkı söylüyor" demişler. Sebze yemeklerini sevmezdin, yemekten saymazdın, sebze yemeği varsa, çorbanı falan içip sessizce, ağır aksak mutfaktan çıkmaya çalışırdın. Annem "babannen sebzeden yan yan kaçıyor bak gene" derdi. (Biz kullanıyoruz bu fiili, senden geçti yan yan kaçmak). Son yıllarda ellerini yıkamaz oldun. Ne zaman "babanne ellerini yıkadın mı?" desek "ben yıkadım biliyom" derdin. (Bu da geçti bize; ben yaptım biliyom, ben gittim biliyom..) Tatlıyı severdin çok, her yemekten sonra kesin yemek isterdin bişeyler, annem "anne tatlı yeme" deyince, "vücut istiyo" derdin. (Vücut istiyomuş... Bu da var. Bi de merak ediyorum acaba artık alıntı yapabilecek miyiz senin özlü sözlerinden? Bi boğazım kuruyo çünkü aklıma geldiğinde bu laflar, artık diyemeyecek miyiz? Belki ilerde...) Saçlarını ördürürdün bi de, küçük küçük birsürü örgü, onları lastiklerle, iplerle ne bulduysan artık bağlatırdın. "bi saçlarımı örüve" derdin. beyaz gibi, kınalı gibi, siyah gibi çok az, renk renk saçların. Benim ellerime bakıp bakıp "benim ellerime bak, kavruk kavruk, neden böyle senin ellerin yalıbık" derdin. Şişman yerine cesur derdin; "çok cesur kız". Hep renkli şeyleri severdin, renkli başörtülerin vardı, yada çiçekli, yıldızlı. Annemle sana renkli etekler falan bulmaya çıkardık bayramlardan önce, bayramlık. Biraz soluk birşey getirsek hemen "soluk bu" der, beğenmezdin. "Gençkız gibi kırmızı, pembe giyinmek istiyo koskoca kadın" derdi annem. Bazen uzun uzun bişeyler anlatırdın, eskiden köyde olanlar hakkında, Bedire Gocana'yla ilgili genelde. Annem de "bak yine aynı şeyi anlatıyo" diyince, "yürüyüp gördüğüm mü var derdin" Ya da onun gibi bişey. "Sen Erdem'i seviyosun" deyince, "Sarı kızımı da severin, oğlumu da severin" derdin. Çok eskiden de sarı pipi derdin Erdem'e kızdırmak için. Bazen de küfürler ederdin, annem yokken, erdem, sen, ben evdeyken. Esaslı küfürler. Anneme söylerdik gelince, hep inkar ederdin " yok etmedim, yalan" derdin. Kapıya Tunca ya da Utku geldiğinde hep aynı şeyi sorardın, "onla mı evlencen?" diye. Bi de küçüklüğümden beri, seni bildiğimden beri her zaman ilk gördüğümde çok sıkı sarılırdım sana, "sımsıkı sarılır sarı kızım" derdin, ondan hep sımsıkı sarıldım sana. Kesik kesik gülerdin ince sesinle.

Sonra seni mezara koyarlarken küçücük olmuş öyle, annem bağırdı arkadan "güle güle anne" diye, bunları unutmam herhalde. Biz seni ailecek çok sevdik babanne, öyle uzaktaki amca, yenge gibi akrabalık değildin sen. Şimdi bi daha eve gidince de olmayacaksın, yavaş yavaş yerinden kalkmaya çalışıp bana doğru gelmeyeceksin aksak aksak, gayretle.

Güle güle babanne

17 Ekim 2011 Pazartesi

ünlülerin şık giyinmeme egosu

Az önce bi haber okudum milliyet magazinden. Altın portakal'a ödül almaya gelen ünlülerin kıyafetleriyle ilgiliydi. Şöyle de bi foto var http://magazin.milliyet.com.tr/bu-tartisma-hic-bitmeyecek-mi-/magazin/magazindetay/17.10.2011/1451575/default.htm . Komik buldum baya bu durumu. Yok yani anladık ünlü fobinizi, egonuzu artık da, kendi küçük dünyanızda sizsizeyken de eşofmanlarla falan dolaşınca, gerçekten ne giyeceğinizi bilmiyormuşsunuz gibi olmuyor mu? Düğüne giderken, sokağa çıkarken, röportaj yaparken falan havanız bize, de birbirinize giyinmeden nasıl hava atacaksınız?

7 Ekim 2011 Cuma

Az önce bir film izledim. "Des Hommes Et Des Dieux" (İnsanlar ve Tanrılar). Cezayir'de iç savaş zamanı bir manastırdaki keşişlerin hayatını anlatıyor. İslam, terörizm, hristiyanlık gibi artık birbirinden ayrı anılamayacak kadar kardeş olmuş konulardan bahsetmeyeceğim filmle ilgili. Benim ilgimi çeken insana duyulan umut ve keşişlerin ettikleri dualardı. Bir tanesinde diyor ki "Tanrım beni lütfen yargılama çünkü kimse senin karşında haklı olamaz". Güzel bi his birine ya da birşeye karşı bu kadar tereddütsüz güven duymak diye düşündüm. Bir de filmde, titanikteki müzisyenler misali bu keşişler savaşın ortasında manastırda kalmayı seçiyorlar ve tek yaptıkları, yapabildikleri işi yapıyorlar, dua etmek ve insanlara ilaç vermek. Kendilerini de sürekli sorguluyorlar bu sırada ne işe yaradıkları konusunda. İnsan olmanın en güzel hali bu duygu olabilir diye düşündüm. "Sadece insan" olduğunun farkında olarak, olumlu ve sakin kalmaya çalışmak.
Resim annemin bir arkadaşının bebeği.