30 Ekim 2009 Cuma

SU TESİSATI, JAPON TEYZE VE DUDAK DOLGUNLAŞTIRICI


Aşağı daireye bizim banyodan su geliyormuş. Aşağıda japon teyze oturuyor. Geçen hafta geldi, tamir ettirin dedi. Tamam dedim savdım. (Dudak dolgunlaştırıcı almalıyım? Sabah bir mail gelmiş limangodan. Dudak dolgunlaştırıcılarda %50 indirim varmış. 45 lira. 10.00 gibi okudum bunu, saat 17.45 hala kapamadım sayfayı, düşünüyorum... )Geçen sabah yine geldi. Bir japon olarak banyoda saatlerce yatmanın onun için çok önemli olduğudan, evde bilgisayarla çalışan bir yazar olarak ise elektriğe ihtiyacı olduğundan, yukarıdan gelen suyun evim tüm elektrik tesisatını mahvedeceğinden, çalışamayacağından ve banyosunda şemsiyeyle oturarak yaşayabileceğinden ancak tavanın çökmesi durumuda ne yapacağından çok korktuğundan bahsetti. Felaket senaryoları yazan, garip aksanlı, kedisevici yabancı uyruklu teyzeye gülümseyerek, sevgi dolu karşılık verdim. Artık günde 2-3 kez eve geliyor. Kafayı uzatıp merakla içeri bakarak aynı şeylerden bahsetmeyi sürdürüyor. Pzts usta gelene kadar komşuculuk oynamam gerek. Bazen kendimi bile sıkacak kadar sevimli oluyorum. İşte öyle bir kaç gün geçecek.

Yarın cumartesi beni pek ilgilendirmese de, cts, pz ve pzts psikolojisini her dışarda çalışan gibi ben de evden yaşıyorum. Güzel şeyler bu ortak hisler, milleti millet yapan şeyler bunlar bence. kilim sermek, perde takmak gibi. Herkes sever, sadece reddederler. Bizim evde de yok, ben de reddeden ama sevenlerdenim.
(saat 18.15...ve evet az önce sayfayı kapattım. dudaklarım yeterince dolgun... zaten onları öpecek biri de var. Bana ne gerek dolgunlaştırıcı falan...)

İyi tatiller herkese

28 Ekim 2009 Çarşamba

NOKIA N-SERIES COMPETITION-LOSER VOLUME II


nokia N series yarışması için 2006 kışında işsizlik zamanlarımda
yapmıştım. Bir arkadaşım geçen gün koysana dedi. Ben de zaten birşey bulamadığım için koymaya karar verdim. Sonu hüsranla sonuçlanan bir hamur adamın maceralarını konu alan 2 bölümden oluşan bir kısa film serisi loser. Keyifli seyirler:)

16 Ekim 2009 Cuma

HUZURSUZ MUYUM NEYİM

Saplantı halinde herşey bu aralar bende. Kendimden utanıyorum. En yakınımdakilere ters ters çıkışlar yapıyorum. İşler yavaş diye mi, can sıkıntısından mı, enerjim mi fazla geliyor nedir...

Panikle kalkıyorum yataktan çizimler falan diye, ama iki saat kahvaltı ediyorum. Sonra paniğime kaldığım yerden devam ediyorum. Yok, öyle uzun uzun oturmadan da edemem. Çaylara doyulsun, kahveler içilsin... Tamam şimdi çalışabilirim artık. Ama sakın biri çağırmasın dışarı, ya da gelecek olmasın. Çünkü hiç tereddüt etmem buluşmalarda. Eve girmek istemiyorum. Akşama kadar konuşalım. Zaten böyle de geçer ömür rahatlıkla. Ne yani çok işin varsa, çok çalışıyorsan adam mı oluyorsun... Nedir bu kendini çalışmadığın zamanlar içinde bulduğun boşluk, işe yaramazlık hissi falan. Çalışmak ta gülmek, gezmek, spor yapmak (spor olayını içten söylemiyorum. Sadece genel geçer olduğu için bunu da yazdım) gibi gerekli bence. Ama bu kadar çok mu olmalı? Gününün en azından yarısı çalışarak mı geçmeli... Çok çalışanlar neden bu kadar takdir toplar. Çok çalışmak o kadar kolay ki... Gir bi ofise, gecelere kadar çalış, anlamazsın bile zaman nasıl geçti gitti. Sonra o bütün gün çalışmanın getirdiği huzurlu yorgunlukla git bi çay iç, film izle, uyu... Ne güzel hayat... Sevmiyorum çok çalışanları, onları sevenleri hiç sevmiyorum.

Kolaysa az çalış, arkadaşlarla buluş, düşün düşün, sonra düşüncelerinden kurtulmaya uğraş. Kolaysa hem az çalış, hem paranı yetir, hem yapacaklarından geri kalma. Sakın geri kalma film ekiminden, bienalden, madonna nü sergisinden. Aman haaa... Tamam bu başka bir konudur. Buna başka zaman girerim.

Yok yok, bi bahçede domates falan ekmeliyim ben. Yarım saatte bir gelip kontrol etmeliyim büyümüşler mi diye. Koparıp koparıp "bak çıtır çıtır olmuşlar nasıl taze..." diye görüşlerimi belirtmeliyim biberler hakkındaki yanımdaki bahtsız sevgiliye. Şu an bana öyle geliyor ki hayat bundan ibarettir.

not: resimdeki çalışma, global ısınmaya dikkat çekmek için buzdan heykeller yapan ve güneşte onları erimeye bırakan brezilyalı sanatçı Nele Azevedo'ya ait.